25 Şubat 2014 Salı

SİZ FİLMLERİNİZİ ÇEKİN COEN'LER !

Cannes Film Festivali’nde bu yıl ilk kez izleyici karşısına çıkan ve Büyük Ödülü kazanan Coen Kardeşler’in son filmi “Inside Llyewn Davis/Sen Sarkılarını Söyle” 1960’ların Greenwich Village’ında tanınmış bir folk şarkısı Llyewn Davis’in tutunmaya çalışmasını konu eden ve müzik tutkunlarını kalbinden vuran bir yapım.


Kahramanımız Llyewn Davis, Greenwich Village’daki barlarda sahne alan yetenekli bir folk şarkıcısıdır. Birlikte iyi bir ikili oluşturdukları Mike’in intiharından sonra tek başına müzik yapmaya çalışacak ancak piyasada kendine yer bulmakta zorlanacaktır.





Sanat ile uğraşmak ve de tutunmaya çalışmak, kendini ispat etmek zordur. Uğraşanlar bilir. Birçok zorluk üreticiliğinizi beslerken birçok zorlukta üreticiliğinizden çok şey götürür. Llyewn Davis, için de durum böyle; üstüne bir de ortağı Mike’in intihari eklenince durum hepten çekilmez oluyor. Filme Coen’lere has duygu ve atmosterinde eklenmesi ile izlediğinizden keyif alıyor, Llyewn Davis’e ise acıdığımız bir seyirliğe dönüşüyor. Llyewn Davis’in boğuşması gereken o kadar çok şey vardır ki: kalacak bir yeri yoktur, parasızdır, bir çocuğunun olduğunu öğrenir, şarkılarını dinlemesi için gittiği yapımcıyı bulabilecek midir, bulsa bile şarkıları ve sesini beğenecekler midir...? Tüm bu soru ve sorunlara gündelik zamanda aniden oluşan “an”larında eklemesi ile Llyewn Davis, başta kendine sonra da çevresine yabancılaşır. Yalnızlaşır ve umutsuzluğa sürüklenir. Inside Llyewn Davis  bu yapısı ile Coen’lerin 1991 yapımı “Barton Fink” ile ortaklık taşır.


Müzikseverler ile sinema severleri birlikte tavlayan film başta başrol oyuncusu Oscar Isaac’ın performansı ile görülmeyi hakeden bir yapım. Hemen belirtelim Oscar Isaac’ın filmde okuduğu şarkılar oyuncunun kendi sesinden.  Country müzik sevenleri ihya eden, sevmeyen ya da bu müzik ile tanışmayanlara da bu müziği sevdiren/tanıtan Inside Llyewn Davis’in en trajik sahnesi masa altındaki bir kutu dolusu plaklara yeni plakların eklendiği sahneydi. Bu kısa an o kadar çok seyi içinde barındırıyor ve o kadar çok şey söylüyor ki sanat ile uğraşanlara.


Coen’ler sinemasının birçok tipik özelliklerini barındıran yapısı ile izleyiciyi tavlayan, atmosferi ve oyuncularının performansları ile de göz dolduran bu yapımı başta Coen’lerin hayranları sonra da –nedense bilmiyorum- sanat ile uğraşanlara tavsiye ederim.





KAAN OKAN 

18 Şubat 2014 Salı

!F İSTANBUL 2014 GÖRÜLMESİ GEREKENLER



!f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali bu yıl 13. kez perdesini aralayacak. Festival 13 Şubat’ta İstanbul’dan demir alıp 27 Şubat-2 Mart tarihlerinde de Ankara ve İzmir’e uğruyor. Programı açıklanan ve biletleri satışa çıkan festivalin öne çıkan filmlerini ve de yolunuz düşerse aman ıskalamayın dediğim filmleri sizler için seçtim.





Bu yıl festival hepsi birbirinden albenili ve iddialı filmlere sahne olacak. Lars von Trier’in daha gösterilmeden olay olan filmi “Nymphomaniac/İtiraf” Türkiye’de ilk kez !f’de gösterilecek.Film bir seks bağımlısının yaşadıklarını anlatıyor. Başrolde Charlote Gainsbourg ve Shia LaBeouf’u izleyeceğiz.





“The Double/Öteki” Dostoyevski’nin aynı adlı eserinden Richard Ayoade tarafından uyarlandı. Filmin başrolünde Jesse Eisenberg var. Ayoade’nin, bir adamın delirme sürecini komedi olarak yorumladığı film görülmeye değer.


 
Ramon Zürcher adlı sinema öğrencisinin bitirme projesi “The Strange Little Cat/Tuhaf Kedicik” hem konusu hem de meselesini anlatışı ile ilgi çekici. Usta bir yönetmin olgunluk yapımı gibi duran bu film, Berlin’de yaşayan bir ailenin gündelik yaşamına tanıklık ediyor. Kesinlikle festivalin en dikkat çeken filmlerinden biri.







1990’ların kült filmlerinden “Traninspotting” yazar Irvine Welsh’in eserinden uyarlanmıştı. Welsh’in aynı adlı romanından “Filth/Pislik”, uyuşturucu bağımlısı bir polis memurunu anlatıyor. Filmin başrolünde James McAvoy yer alıyor.




James Ponsoldt’un üçüncü uzun metrajlı filmi “The Spectacular Now/Şu An Muhteşem” özellikle Amerikan bağımsızlarına müptelâ sinemaseverin mutlu edecek bir yapım. Film bağımsız filmlerin merkezi Sundance Film Festivali’nde gösterilmiş ve eleştirmenlerce oldukça beğenilmişti.


                                                   Hayao Miyazaki emeklilik filmim dediği “The Wind Rises/Rüzgar Yükseliyor” ise ustanın yeni şaheseri. İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’nın uçaklarını tasarlayan Jiro Horiskosh’un hayatına anlatan film el çizimleri ile hazırlanmış ve son derece tadından yenmez bir halde izleyicisini bekliyor.




Clio Barnard, ilk uzun metrajlı filmi “The Selfish Giant/Bencil Dev”de 13 yaşlarında iki çocuğun hikayesini anlatıyor. Gerçekçi yapısı ve oyuncularının performansları ile öne çıkan film eleştirmenlerin bu yılki listelerinde üst sıralardaydı.


Johanhan Glazer’in son filmi“Under the Skin/Derinin Altında”nın başrolünde Scarlett Johansson’u izleyeceğiz hem de otostopçu erkekleri avlayan bir uzaylı rolünde. Film atmosfer kurmasındaki başarısı ile öne çıkıyor. 


13. !F İstanbul’un ıskalanmaması gereken filmlerinin başında 15 saatlik belgelesi “Sinemanın Hikayesi”nin yönetmeni Mark Cousins’un yeni belgesel filmi geliyor. Cousins, bu kez çocukların gözünden sinemayı anlatıyor: “A Story of Children and Film/Sinema ve Çocukların Hikayesi”, David Lynch hayranları “David Lynch: Mediation, Creativity, Peace/David Lynch: Meditasyon, Yaratıcılık, Huzur” ile Wong Kar Wai hayranları ise “The Grandmaster/Büyük Usta” ile sevdikleri yönetmenler ile hasret giderirken;  6 dalda Oscar adayı “Dallas Buyers Club/Sınırsızlar Kulübü” ise festivalin seyredilmesi gereken filmlerinin başını çekiyor.