21 Kasım 2012 Çarşamba

ÜLKELER VE SİNEMA: ALMANYA 2 (BERLİN FİLM MÜZESİ 2011)



     Bu ayki ülkeler ve sinema köşemizin durağı hazır Almanya iken, artık benimde 2011 yılında ziyaret ettiğim Berlin Film Müzesi fotoğraf arşivimi ortaya çıkarma vaktinin geldiğini düşünüyorum.Gönül isterdi ki kapsamlı bir araştırma için bu müzeye gidilmiş olsun.Ancak elimde hızlıca gezilmek zorunda kalınan bir müze gezisinin fotoğrafları var.

     Bilindiği gibi Berlin sinema açısından önem teşkil eden bir şehir (bknz:Berlinale).Ve Berlin’de her sene, insanlar müzelere doysun , o müzeden bu müzeye doya doya gezsinler diye ‘Lange Nach Der Museen’ yani ‘Müzelerin En Uzun Gecesi’ isimli bir gece düzenleniyor.Bu gecede bütün müzeler saat 18:00 den gece 02:00 ye kadar açık kalıyor.Benim de elimdeki fotoğraflar bu koşuşturmalı geceden kalanlar.

     Berlin Film Müzesi, Berlin’deki en önemli müzelerden birisi.Önünde, Los Angeles’daki Hollywood Caddesi’nde bulunan yıldızlar geçidinin bir benzeri bile mevcut.Binanın kendisi ise mimari bir harika.

     İçinde ünlü senaristlerin orijinal senaryoları, meşhur alman filmlerinde kullanılan kostümler,orijinal film afişleri, bir adet gerçek Oscar heykelciği ve niceleri sergilenmekte olan müzenin fotoğraflarına kısaca göz atalım..


Barbara Baum (Ünlü Kostüm Dizayncısı)
Wolfgang Petersen, (Truva, The Perfect Storm, Das Boot 'un yönetmeni)
Alman sinemasından önemli kareler duvarları süslüyor.
4 duvarına da farklı filmlerin yansıtıldığı karanlık odalar.

Orijinal kostümler




Tamamen aynalarla kaplı odalar..Yayınlanan her filmin yüzlerce yansıması.
Almanların Marilyn Monroe'su, Marlene Dietrich'in canlandırdığı bir sahne..

Marlene Dietrich'e ait bir kostüm.

                 
Rainer Werner Fassbinder'e ait yönetmen sandalyesi ve kazandığı 2 Altın ayısı.
Sinema tarihinin en önemli filmlerinden birisi METROPOLIS'in orijinal afişlerinden bir tanesi.Film yönetmen Fritz Lang'a ait.İlk gösterimi 10 Ocak 1927'de Almanya'da yapılan film, 1927'nin Ekim ayında tam İstanbul'da gösterime girmek üzereyken hükümet tarafından ateizm propagandası yaptığı ve komünizmi övdüğü gerekçeleriyle yasaklanmıştı.



Robot Kıyafetinin orijinali müzede sergilenmekteydi, ancak 2 adet alman güvenlik tarafından çılgınlar gibi korunduğu için fotoğrafını çekemedim.Fakat müze girişinde bulunan bir kopyasını ,yine güvenlikçi amcalardan kaçarak çekmeyi başardım.       
                                                   
                               
Emil Jannings'e ait en iyi erkek oyuncu Oscarı.Amerikalı olmayan bir oyuncuya verilen ilk Oscar...Amerika'da büyük başarılara imza atan oyuncu, Nazi Almanyası'na döndükten sonra coşkulu bir şekilde çektiği nazi propaganda filmleri yüzünden kariyerini hızla dibe sürüklemiştir
                         
Ve son olarak kıl payı kaçırılmış bir kırmızı halı seramonisi.O sene Berlin Film Festivali'nde Coen Kardeşler'in yönettiği True Grit filminin yıldızları kırmızı halıyı süslemişti.

DAMLA







20 Kasım 2012 Salı

ÜLKELER VE SİNEMA: ALMANYA


              



        Sevgili sinemaseverler geçen ay başlattığımız “Ülkeler ve Sinema” köşemizin bu ayki konuğu Almanya. Çalışkanlıkları ve disiplinleri ile tanıdığımız Almanlar, sinema sanatı ilk ortaya çıktığında farklı tarzdaki filmleri ile kendilerini kanıtlasalar da ülkenin 2.Dünya Savaşına girmesi bir çok sanat dalında olduğu gibi sinemada da geri plana düşmelerine sebep olmuştur. Ancak son yıllarda Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’larını kucaklamaları ve 61. yılını deviren Berlin Film Festivali ile gözler yine Almanya sineması üzerinde.




   Alman Sineması denilince DIŞAVURUMCU ALMAN SİNEMASI’ndan söz etmezsek olmaz. 1.Dünya Savaşı sonrası özellikle yenilgiye uğrayan ülkeler büyük bir çöküntü ile karşı karşıya kalmışlardır. Almanya’da ekonomik sorunlarla birlikte ruhsal bir karmaşa da yaşanmaktaydı. “Başta izlenimcilik ve doğacılık olmak üzere hayatın güzelliklerine, doğaya ve içsel huzura odaklanan romantik sanat akımları, iç dünyalarında fırtınalar kopan insanların duygularına tercüman olmaktan çok uzaktı artık. Dışavurumculuk adını alan, sanatçının tüm olumsuz duygularını, endişelerini, korkularını, ümitsizliğini ortaya koyan akım böylesi bir ortamda filizlendi.



    Öncelikle resim sanatını etkisi altına alan, biçim bozumları, derin gölgelemeler, zıt renklerin bir çığlık etkisi yaratırcasına bir arada kullanıldığı karanlık kompozisyonlar, korku ve endişe dolu temalar ile belirlenen dışavurumculuk kısa zamanda mimariden, iç dekorasyona, edebiyatta, tiyatroya sıçradı. Özellikle Almanya’da hüküm süren akımın sinema sanatını da etkilemesi gecikmedi. Ünlü ressam Hermann Warm’ın ‘Filmler canlı resim halini almalıdır.’ Sözü dönemin sinema yönetmenleri Fritz Lang, Robert Wiene, Karl-Heinz Martin, F.Wilhelm Murnau ve Paul Leni’nin filmlerinde hemen karşılık buldu. 1920 yılında çekilen Das Cabinett des Dr. Caligari/Dr. Caligari’nin Muayehanesi” dışavurumcu sinemanın ilk önemli örneği olarak tarihe geçti.Bundan böyle tematik olarak korku dolu fantezilerden, cinayetlerden, intiharlardan, ruh hastalıklarından, bilimin yol açtığı felaketlerden, cinler, periler ve yaratıklardan beslenen, plastik açıdan ise dışavurumcu resimleri andıran karanlık, ürkütücü dekorlarla abartılı köstüm ve makyajlarla, tedirgin edici kontrastlığı ile ışık ve gölgenin etkin kullanımına yaslanan filmler, Caligarist olarak anılacaktı. 

    'Edebiyatta Edgar Allen Poe, tiyatro da ise Max Reinhardt’a karşılık geldiği kabul edilen dışavurumcu sinema, hemen hepsinin görsel tasarımını Alman ressam Albin Grau’ya ait olan Karl Heinz Martin’in Von Morgen bis Mitternacht/Şafaktan Geceyarısına (1920), Fritz Lang’ın Der Müde Tod/Üç Işık (1921) ve Doktor Mabuse der Spieler/Dr. Mabuse (1922), F.Wilhelm Murnau’nun Nosferatu, eine Symphonie des Grauens/Nofreratu (1922), Paul Leni’nin Das Wachsfigurenkabinett/Mumyalar Pavyonu (1924) ve Robert Wiene’ın Orlac Hande/Orlac’ın Elleri (1924) gibi filmleriyle tüm Avrupa’da izleyici buldu.” Pınar Tınaz, Sinema, Ağustos 2006.

    1930’dan sonra yavaş yavaş sinemadaki etkisi azalan dışavurumculuk, bugün özellikle korku ve bilimkurgu sinemasının örnekleri ve kara filmlerin tedirgin edici atmosferlerinde karşımıza çıkmaya devam ediyor.




GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ALMANYA SİNEMASI



  • 1917 1.Dünya Savaşı sonrası açılan küçük film şirketleri birleşerek UFA stüdyosu adı altında birleşti.
  • 1919 İlk ekspresyonist film olan Robert Wiene’nin Doktor Caligari’nin Muayenehanesi çekilince, fantastik sinema için alan açıldı. Lang ve Murnau gibi yönetmenlerin başı çektiği Alman Dışavurumculuğu doğmuş oldu.
  • 1925 UFA, MGM ve Paramount’ın otaklığında Parufamet adını aldı.
  • 1929 Nazi Partisi’nin baskıcı rejiminden kaçan yönetmenler (Fritz Lang, Douglas Sirk gibi) ABD’ye göç etti.
  • 1931 Sinema tarihinin ilk kara filmi M çekildi.
  • 1935 Belgesel yönetmeni Leni Riefenstahl, Hitler Kongresi’ni ele alan İradenin Zaferi’ni çekti.
  • 1946 Hans Abich ve Rolf Thiele, ulusal sosyalistlere karşı Yeni Alman sineması akımını başlatmayı düşündüler, ancak başarılı olamadılar.
  • 1951 Berlin Film Festivali’nin temelleri atıldı. Alman Film Ödülleri dağıtılmaya başladı.
  • 1962 Oberhaunsen Manifestosu Alman sinemasını diriltti. Alexsander Kluge ve Edgar Reitz’ın önderliğinde Yeni Alman sineması için birleşildi. Bu akıma sonradan Wenders, Schlöndorf, Fasbinder gibi isimler de katıldı.
  • 1968 Alexsander Kluge’nin Artists Under The Big Top:Perplexed, Venedik’te Altın Aslan alan ilk Alman filmi oldu.
  • 1977 Baader-Meinhof Olayı patlak verdi. Kluge, Fassbinder gibi sinemacılar Almanya’da Bir Sonbahar adlı filmi projeyi üretti. Böylece filmlerin politik tarafı ağır basmaya başladı.
  • 1979 Volker Schlöndorff’ün çektiği Teneke Trompet, Altın Palmiye kazanan ilk Alman filmi oldu.
  • 1981 Sinema tarihinin en iyi denizaltı filmi Das Boot çekildi.
  • 1982 Fassbinder’in ölmesiyle birlikte Yeni Alman sineması akımı son buldu. Wenders, Herzok gibi yönetmenler ülkeden göç ettiler.
  • 1986 Tevfik Başer’in filmi 40 Metrekare Almanya, Almanya’da yaşayan bir Türk yönetmenin çektiği ilk film oldu.
  • 1995 X Filme Creative Pool kuruldu, genç Alman yönetmeler için yuva oldu.
  • 2001 Caroline Ling’in politik içerikli filmi Nowhere In Africa, Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ını aldı. Ödülü, 2007’de Başkalarının Hayatı, 2008’de ise Kalpazanlar kazandı.
  • 2004 Duvara Karşı, Berlin’de Altın ayı alan ikinci Alman filmi oldu.İlki Die Ratten (1955) idi. 



GÖRÜLMESİ GEREKEN ON FİLM 


1.Der Himmel Über Berlin/Berlin Üzerinde Gökyüzü Yön.Wim Wenders 1987

2.Stille Nact/Sessiz Gece Yön. Dani Levy 1995

3.Lola Rent/Koş Lola Koş Yön.Tom Tykwer 1998

4.Tattoo/Dövem Yön.Robert Schwentke 2002

5.Good Bye Lenin/Elveda Lenin Yön. Wolfgang Becker 2003

6.Gegen Die Wand/Berlin Duvarı Yön.Fatih Akın 2004

7.Der Untergang/Çöküş Yön:Oliver Hirschbegel 2004

8.Falscher Bekenner/Sahte İnsanlar Yön:Christoph Hochhausler 2005

9.Pingpong Yön:Matthias Luthard 2006

10.Das Leben Der Anderen/Başkalarının Hayatı Yön.Florian Henckel von Donnersmarck 2007


TAKİP EDİLMESİ GEREKEN YÖNETMENLER

Tom Tywer

Dani Levy

Andreas Dresen

Fatih Akın


Kaynak: Geçmişten Günümüze Almanya Sineması, Görülmesi Gereken On Film ve Takip Edilmesi Gereken Yönetmenler bölümleri Kerem Akça’nın Empire Türkiye, Temmuz 2008 sayısına yazdığı yazıdan alınmıştır. 





Not: Görülmesi gereken on film ve takip edilmesi gereken yönetmenler 1980 sonrası filmler ve yönetmenlerdir.



Yazı müziği : Amy Winehouse-Back To Black, Sting-Shape Of My Heart

 

Derleyen: KAAN OKAN 


9 Kasım 2012 Cuma

THE WRESTLER / ŞAMPİYON



  Darren Aronofsky’i bilenler bilir. 1998’de adını duyurduğu 60.000 dolarlık minik bütçesine karşılık 3 milyon dolarlık gişe geliriyle bağımsız sinemanın en iyi örneklerinden Pi; 2000’de çektiği hızlı kurgusu, kamera açıları ve oyunculuklarıyla öne çıkan üç bağımlılığı anlattığı Requiem for a Dream/Bir Rüya İçin Ağıt; Brad Pitt ve Cate Blanchett’i oynatmak istediği ancak eşi Rechal Weisz ve Hugh Jackman'a nasip olan The Fountain/Kaynak; Mickey Rourke’u yeniden keşfetmemizi sağlayan 80’lerin rock ve güreş dünyasına selam çakan The Wrestler/Şampiyon ve son olarak Natalie Portman’a en iyi kadın oyuncu oscar’ını kazandıran, bale dünyasının karanlık yüzünü insanın karanlık yüzüyle harmanlayarak anlattığı Black Swan/Siyah Kuğu Darren Aronofsky’nin filmoğrafisini oluşturuyor.




      Biz bu yazıda yönetmenin 2008’de vizyona giren ve Mickey Rourke’nin oyunculuğuyla şahlanan The Wrestler/Şampiyon’nun hikayesini ele alıp filmin başrol oyuncusu Mickey Rourke’a ayrı bir parantez açmaya çalışacağız.


     D.Aronofsky 90’larda film okulundan mezun olduğunda çekmek istediği konular listesine, o günlerde kimselerin ciddi bir bakış açısıyla ele almadığını düşündüğü güreşçilerle ilgili bir film yapmak istediğini not düşer. Yönetmenin bu projesi nihayet 2008’de can bulur. Başrol için ilk düşünülen isim Nicolas Cage olmuştur; ama Aronofsky’nin Mickey Rourke israrı; Nicolas Cage’in Mickey Rourke’a olan dostluğu, hayranlığı ve ona bir fırsat vermenin zamanının geldiğini düşünmesi sonucu projeden çekilmesiyle proje Mickey Rourke’la birlikte start almıştır.


        

        1980’lerin ünlü ve profesyonel güreşçilerinden Randy Robinson (The Ram lakabıyla)’un eski parlak günleri biter, New Jersey’nini kenar mahallerinde bir karavanda yaşar. Hayatını devam ettirebilmek için hâlâ gösterilere katılmaktadır, bu maçların birinde rakibi Necro Butcher’la güreşe çıkar. Bu maçta kendisinin adıyla anılan meşhur atlayışını (Ram Jam) yapar ve maç sonunda rahatsızlanır. Kullandığı doping ilaçları yüzünden kalp krizi geçiren Randy, baypas olur ve daha sakin bir hayat sürmeye karar verir. Bir süpermarkette tezgahtarlığa başlaması, uzun zamandır uzak olduğu kızıyla yeniden baba-kız olmaya çalışması, sevgilisiyle olan gel-gitli birlikteliği bu yeni hayatında Randy’nin uğraşmak zorunda olduğu konular olur. Bu arada organizatörler Randy’i rahat bırakmaz ve 20 yıl önce ezeli rakibi Ayetullah’la gerçekleştirdiği ve kapalı gişe oynanan maçı tekrarlamasını isterler. Randy bu son maçı kurtarıcı olarak görür ve hazırlanmaya başlar.1

 

    The Wrestler’i klişe gibi görünen bu yapısından kurtaran elbetteki Aronofsky’nin kendisidir. Güreş dünyasının yıldızlarının perde arkasında neler yaşadığını göstermesi açısından da önem arz eden bu film farklı bir yöne giden Aronofsky Sineması’nın da habercisi. (Ne demek istediğimi yönetmenin Black Swan filmini izleyenler daha iyi anlayacaktır.)

    The Wrestler’i izlenir kılan özelliklerden biri de yönetmenin doğaçlama çalıştığı sahneler, özellikle güreşçilerin hazırlık sahneleri bu açıdan ilgi çekici ve filme gerçekçilik kazandırmış. 



      Bir Tutunamayan Randy/Mickey Rourke


    The Wrestler’in kahramanı Randy ve ona can veren Mickey Rourke arasındaki benzerlikler ise Aronofsky’dan çok, karakteri ve oyuncusunu ön plana çıkarmıştır. 1980’lerin gözde oyuncularından Rourke, parlayan kariyerine rağmen boksa yönelmiş, boksta altığı darbeler ve üst üste geçirdiği estetik ameliyatlar yüzünden başka bir görünüme bürünmüş ve 90’lara geldiğinde unutulmuştur. Filmin kahramanı Randy’di de 80’lerde zirvedeyken hastalık ve yaşlılık yüzünden güreşten uzaklaşacaktır. 

    Mickey Rourke rolüne üç ay boyunca yoğun bir egzersiz programıyla hazırlanmış. 16 yıl boyunca yaptığı boksta, almadığı kadar yarayı ve darbeyi bu filmin çekimleri ve hazırlık aşamasında alan Rourke’un oynaması konusunda Darren Aronofosky’nin bu denli ısrar etmesinin sebebi oyuncunun yıllar geçmesine rağmen gözlerindeki değişmeyen ifade olmasıymış.


Randy'nin alametifarikası "Ram Jam" stili

  Gerçekten de bu film yönetmeninden çok başrol oyuncusunun mükemmel performansı sebebiyle hâlâ hafızalarda ve filmle ilgili açılan sohbetlerde yönetmenden çok Mickey Rourke’un adı anılmaktadır. 
     Film oldukça iyi eleştiriler aldı. Mickey Rourke’a oscar kazandırmasa da 2009 Altın Küre’de, BAFTA ve Independent Spirit’de en iyi erkek oyuncu ödüllerini kazandırmış; Screen Actors Guild Awards (Sinema Oyuncular Derneği Ödülleri) ve Akademi Ödülleri'nde ise yine en iyi erkek oyuncu dalında ödüle aday gösterilmesini sağlamıştır.



1. Bu son maç öncesi Randy’nin yaptığı konuşmayı Randy’i canlandıran Mickey Rourke’un kendisi kaleme almıştır.


Yazı müziği : jj-stil, jj-way



KAAN OKAN

8 Kasım 2012 Perşembe

SESSİZ SİNEMA OYUNUNDA ANLATILMASI EN ZOR FİLMLER


     Otuza yakın insanın bir araya geldiği bir bayram gecesinde eğlenmek için 2 ye bölünüp ölümüne rekabet ettikleri bu oyun, yazımızın ilham kaynağı olmuş bulunmakta sevgili okurlar.

    Sessiz sinema oyununun yavaş yavaş modasını kaybettiği şu dönemlerde, ortalığı kızıştırmak için anlatılması en zor 10 filmin listesini oluşturduk.Üstelik tüm çirkefçe davranışlardan sizi korumak ve filmlerin varlığına kanıt gösterebilmeniz için afiş ve linkleri de yayınlıyoruz.

(Hem fikrin hem de şahsımın babası olan Fikret Bey’e teşekkürlerimizi iletiriz)

Rakiplerinize saç baş yolduracak filmlerimiz şunlar;

1-TESADÜFİ BİR KRONOLOJİNİN 71 PARÇASI

http://www.imdb.com/title/tt0109020/
2-HAYATINDAKİ AZİZLERİ KEŞFETME KILAVUZU

http://www.imdb.com/title/tt0473488/
3-GÜZ SONATI

http://www.imdb.com/title/tt0395057/
4-ONUN HAKKINDA BİLDİĞİM 2 YA DA 3 ŞEY

http://www.imdb.com/title/tt0060304/
5-DÜNYANIN SON GÜNÜNÜ BÖYLE GEÇİRDİM

http://www.imdb.com/title/tt0799991/
6-HERKES KENDİ BAŞINA VE TANRI HERKESE KARŞI

http://www.imdb.com/title/tt0071691/
7-AMCAM ÖNCEKİ HAYATLARINI ANLATIYOR

http://www.turkcealtyazi.org/mov/1588895/loong-boonmee-raleuk-chat.html
8-BURJUVAZİNİN GİZEMLİ ÇEKİCİLİĞİ

http://www.imdb.com/title/tt0068361/
9-ÇİFTE TAZMİNAT

http://www.imdb.com/title/tt0036775/
10-PEKİ ŞİMDİ NEREYE?

http://www.imdb.com/title/tt1772424/
NOT: Türkçe'ye çeviri sırasında orijinal isimleri en çok korunmuş filmleri seçmeye özen gösterilmiştir. 

NOT 2: Sadece Türk Sineması'na ait bir 10'lük liste için http://sinematorler.blogspot.com/2013/01/sessiz-sinema-oyununda-anlatilmasi-en.html


DAMLA

7 Kasım 2012 Çarşamba

FİLMLER VE NESNELER


FİLMLER KADAR MEŞHUR NESNELER

Her film konusu, oyuncuları, replikleri, sahneleriyle akıllara yer etmez. Bazı filmlerde karşımıza çıkan nesneler en az filmler kadar meşhurdur. Bu listedeki filmler nesneleriyle değil kendileriyle de meşhur ama bu nesnelerin de filmlerden alta kalır bir yanı yok. İşte kanıtı:

SABUN

Biz şimdi burada bu meseleyi konuşarak ilk iki kuralı ihlal edeceğiz; ama buna değer. David Fincher’in Chuk Palahniuk’un romanından uyarladığı bu efsane film çoktan klasikler arasında kendine sağlam bir yer edindi. Bu filmde afişinden itibaren karşımıza çıkan özel bir nesne var ki o da sabun ! (İzleyenler bilir.)Tyler Durden’in ekmek teknesi olan sabunlar, sonunda imal edildiği insanlara geri dönüyor !

 Hangi Filmde Karşımıza Çıktı : Fight Club/Dövüş Kulübü

İlk Kez Ne Zaman Karşımıza Çıktı : 1999



 YÜZÜK



J.R.R Tolkien’in orta dünya destanı Peter Jackson’in ellerinde ete kemiğe büründü. Serinin tüm filmlerinin ön adı olacak kadar önemli olan bu nesne iktidar, hırs, aşk, bağlılık ve fedakarlık gibi temel kavramlar çerçevesinde şekilleniyor ve adeta serinin gizli kahramanı oluyor.




Hangi Filmde Karşımıza Çıktı : Yüzüklerin Efendisi Serisi

İlk Kez Ne Zaman Karşımıza Çıktı : 2001




 ŞIRINGA



Uyuşturucuyu konu edinen her filmin gizli başrol oyuncusu olan şırıngalar Bir Rüya İçin Ağıt’da daha estetik bir şekilde karşımıza çıkmıştır. Bunda filmin 2000 küsur kesmeden oluşan kurgusunun payı büyük. Bu filmde şırınga kimi zaman hazırlanırken kimi zaman da sinsice kola saplanırken karşımıza çıktı.







Hangi Filmde Karşımıza Çıktı:Requiem For A Dream/Bir Rüya İçin Ağıt

İlk Kez Ne Zaman Karşımıza Çıktı : 2001




ÇANTA

   Ucuz Roman’dan geriye kalan soru şu : “Çantada ne var ?” Mafya babası Wallace, çanta için hayatını ortaya koyuyorsa bir bildiği vardır.












Hangi Filmde Karşımıza Çıktı : Pulp Fiction/Ucuz Roman

İlk Kez Ne Zaman Karşımıza Çıktı : 1994




SAKSI VE ÇİÇEK

 Leon’dan Küçük Matilda’sına hatıra olarak geriye kalan bu saksı ve çiçekler çoktan sinema tarihinin unutulmaz nesneleri arasındaki yerini almıştır. Natalie Portman’in saksıya elleri değdiği için de ayrıca önemlidir !




Hangi Filmde Karşımıza Çıktı : Leon

İlk Kez Ne Zaman Karşımıza Çıktı : 1994



CEP TELEFONU

 Cep telefonu artık hayatımızın ayrılmaz bir parçası, cep telefonu unutmaz yapan kült film Matrix’de karşımıza çıkmış olmasıdır. Çünkü sinema seyircisi çok telefon gördü. (Şükürler olsun ki...) Nokia 8110 Matrix sebebiyle efsaneleşmiş ve unutulmaz bir nesneye dönüşmüştür, nokta.



Hangi Filmde Karşımıza Çıktı : The Matrix

İlk Kez Ne Zaman Karşımıza Çıktı : 1999




KASET

Bir kaseti izleyenlerin 7 gün içerisinde nedeni bilinmeyen bir şekilde öldüğü söylentileri kulaktan kulağa yayılırken filmde gördüğümüz kaset çoktan sinema tarihinde kendine yer edindi.






Hangi Filmde Karşımıza Çıktı : Ringu – The Ring/Halka

İlk Kez Ne Zaman Karşımıza Çıktı : 1998 – 2002




BUZ KIRACAĞI

Bu film her ne kadar Sharon Stone’un malum bacak bacak üstüne atma sahnesiyle meşhur olsa da filmde cinayetin işlediği buz kıracağı en az o sahne kadar meşhurdur iddia ediyoruz. !






Hangi Filmde Karşımıza Çıktı : Basic Instinct/Temel İçgüdü

İlk Kez Ne Zaman Karşımıza Çıktı : 1992



KAAN OKAN